MİLLİ SINAVLAR
Yaz aylarının başlamasıyla milli takımlarımızın yoğun maç
trafiği yine “start” aldı. Efeler; Avrupa Altın Ligi’nde önce grup maçlarında
isteğini aldı ve 6 maçta 5 galibiyetle grubunu ilk sırada tamamlayarak
Hırvatistan’da yapılacak 4’lü Finale adını yazdırdı. Rakibimiz Çekya oldu.
Sultanlar ise, Milletler Ligi’nde mücadele ediyorlar. Uzun,
uzun olduğu kadar da yorucu bir yarışın içindeler.
Hatırlayacağınız gibi ilk etap maçlarımızı Antalya da
oynadık. Güney Kore’yi 3-0, Sırbistan’ı 3-1, İtalya’yı 3-0 ile geçtik. ABD
karşısında 0-2 geriye düştükten sonra toparlanıp 2-2’ye getirsek de 5. seti
kaybederek grubu üç galibiyet, bir
yenilgi ile tamamladık.
Daha sonra Çin’in Hong Kong kentinde; Hollanda’yı 3-0,
Kanada’yı 3-1, Dominik Cumhuriyeti’ni 3-1 yendik. Polonya’ya 1-3 kaybettik.
Böylece toplam 8 müsabakayı 6 galibiyet 2 mağlubiyetle
bitirdik. 19 puanla da 3. sıraya yerleştik.
Yerimiz güzelde, inişli- çıkışlı oyunumuz?
Hadi bunu da yeni antrenörümüzün arayışlarına ve oyuncularımızın
yorgunluğunu bağlayalım.
3. Etap ise Tayland da. Rakipler: Japonya,Tayland, Brezilya,
Hırvatistan.
Sultanların zorlu yarışı başlamadan önce iki konuyu merak etmiştim.
1. Ebrar- Vargas çekişmesi ve ikisi birlikte oynar mı?
2. Millilerin teknik kadroları.
Antalya’da oynanan Milletler Ligi 1. Etabın da ve diğer
bölümlerde Ebrar- Vargas birlikte görev yaptılar. İyi de yaptılar.
Bu konuda bir hatırlatmam var. Ankara da oynanan 2019 Avrupa
şampiyonası sonrası dergimizde şöyle yazmışım:
“Gelelim maçlara. Grubun ilk karşılaşmasında beklenen
altının dışında bir
dizilişle karşılaştık. Her zaman pasör çaprazı olarak
görmeye alıştığımız
Ebrar, bu kez 4 den oynadı. Yani en sıkıntılı yönümüz olan
servis karşılaşma görevini de üstlendi. Çoğumuz gibi bende bu değişikliğin
sonucunu merak ederek mücadeleyi seyrettim. Ebrar iyi bir performans gösterdi
(10 sayı aldı. 3 sette 11 kez servis karşıladı yüzde 73. İyi manşet yüzdesi 45.
Bu gerçekten iyi bir orandı. Ancak hücumda eski maçlarına oranla performansı düştü:
% 39. 3 de blok sayısı vardı.
Karşılaşma sonu “galiba olacak bu iş” diye düşünmeye
başladım
3-2 biten Finlandiya mücadelesinde; Ebrar 4 set yine 4 den
oynadı. 5. set
pasör çaprazına döndü. Nasıl mıydı? İstatistiğini vereyim:
26 sayı üretti. Asıl önemlisi 22 kez servis karşıladı. Yüzdesi 68. Peki ya iyi
manşet oranı? O da % 59.
Daha ne olsun. Ama baktık ki Bulgaristan ile Fransa
maçlarında yine pasör çaprazı. Sonra da diğer müsabakalarda eski yerine döndü.
Guidetti’nin ne düşündüğünü bilmiyorum ama ben ‘4 den devam etseydi daha iyi
olurdu.’ dedim durdum. Gerçi rakipler de bizim için sorun değildi (Finlandiya
maçının sonucuna bakmayın, o biraz işi hafife almaktan kaynaklandı). Asıl
önemlisi Hollanda, Polonya, Sırbistan gibi zor takımlar karşısında Ebrar’ı
sınamak bizlere daha iyi bir fikir verecekti. Sonunda Ebrar final müsabakasının
4. ile 5. setlerinde yine 4’deydi. Ne yaptı? 6 kez servis karşıladı 1 direk
hata yaptı, manşet yüzdesi 67. İyi manşet % 50. Hücumda 9 top aldı 5 sayı buldu
yüzdesi 56. 1 de blok sayısı var. Bu verilere bakarak “genç oyuncuyu artık 4 de
yerleştirsek iyi olur” u daha çok destekler oldum.
Tüm Avrupa Şampiyonasını tek bir oyuncuya bağlayarak
bitirmek istemiyorum ama daha 19 yaşında. Bu yüzden gelecek için önemli
olduğuna inanıyorum. Bu sadece benim düşüncem. Yoksa teknik kadroya karışacak
halim tabi ki yok.”
Sonra Vargas’ın Türk Vatandaşı yapılmak istendiği
konuşulmaya başlayınca Ebrar’ın 4’e çekilmesi gerektiğini birkaç kez daha
gündeme getirdim. Olmadı. Yıllar sonra yeniden ayni noktaya gelmek... Yorumu
size bırakayım.
2. konu ise; Guidetti ile yollarını ayıran federasyonumuz,
Sırbistan’ı Dünya Şampiyonu yapan İtalyan teknik adam Daniele Santarelli’ye
takımı teslim etti. Yeni antrenörümüz şu sıralar ilk sınavlarını veriyor.
Ben teknik kadroya biraz takıldım.
12 kişi yer alıyor. Bunlardan 9’u yabancı, biri yardımcı
antrenör, biri istatistik antrenörü, biride masör olmak üzere sadece 3’ü Türk.
Neden? “Avrupa’nın en iyi iki liginden biriyiz” diye öğünüyoruz ama milli
takımda görev yapacak insan bulamıyoruz!
Erkeklere dönüp bakıyoruz, orada dağılım çok farklı. Baş
antrenör ve bir yardımcısı dışında hepsi Türk. Sizce de bu biraz tuhaf değil
mi?
Dergimizin Aralık ya da Ocak ayı sayısında (şimdi tam
hatırlayamadım),
Şöyle bir paragraf vardı: “o zamanlar bir ekibin bir teknik adamı, varsa yardımcısı, yine varsa bir
masörü olurdu. Hakemlere verilen
lisansları, maç öncesi ısınmada kullanılan 6 topu sen taşırdın. Yani bu günkü
gibi teknik kadroyu destekleyen 10’u aşkın çalıştıranı hayal bile edemezdin”.
Diye yazmıştım. Yazıyı okuyan bazı genç arkadaşlar “amma abartmışsın, tek
antrenörlü ekip mi olur? Diye eleştirmişlerdi.
12 kişilik teknik kadrolu milli takım bana bir anımı
hatırlattı.
Yıllar önce bırakın kulüpleri, milli takımlarda bile yurt
dışına, idari kadrodan 1-2 görevli, genelde bir antrenör giderdi. Sonra ki yıllarda bu ikiye çıktı.
Ben bu iki dönemde de görev yapan antrenörlerden biriyim.
Takımın hazırlanmasında bulunur seyahat günü geldiğinde kulübüme dönerdim.
Benim anlatacağım olay; 1993 yılında 1976-77 doğumluların
oluşturduğu Yıldız Kız Milli Takımla ilgili.
Önce Dünya Şampiyonası
Eleme Grubunda mücadele ettik. İlk sırayı alarak 12 takımlı final de
oynamaya hak kazandık. Slovakya’ da yapılacak organizasyona iyi hazırlanabilmek
için genç takım yerine Bulgaristan’da ki Balkan Şampiyonasına katıldık ve
üçüncü olduk. Sonra da sıra Dünya
Şampiyonası geldi.
Atatürk Hava Limanındayız. Kızlar uçağa binmeden önce alış
veriş yaparken, sporcularımızdan Fulya’nın verdiği 100 doları kasiyer’in “bu
sahte” demesi üzerine polis tarafindan göz altına alındığı haberi geldi. Hemen
karakola gittik. Paranın federasyon tarafından bankadan alınıp sporculara ve
bizlere harcırah olarak verildiğini bu nedenle sahte olmasının imkansız
olduğunu söyledik. Uçağımızın da kalmak üzere olduğunu belirttik. Ancak polisler, bu konuda uzman çağırdık o gelene
kadarda oyuncuyu bırakamayız dediler. Hemen federasyonu aradık. Durumu
anlattık. Telefon trafiğinin ardından, o sırada Florya da kamp yapan Genç Erkek
ekibimizin antrenörü Oktay Orkunoğlu’na ulaştıklarını, onun ilgileneceğini
söylediler. Ve biz 11 sporcu. Bir
yönetici iki antrenör uçağa binip
Viyana’ya oradan da otobüsle Slovakya’nın Zlina kentine gittik.
Otele yerleştik. Telefon geldi. “Parada sorun yok, oyuncuyu
yarın sabah uçak ile Viyana’ya göndereceğiz oradan alın” dendi.
Tamam da kim alacak?
Antrenör arkadaşım Mete Döğüşçü (rahmetle ve saygıyla anıyorum), ayni
zamanda Gazi Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olduğu için “yeşil” pasaportu
var. O gidecek, bende takımla kalıp antrenman yapacağım.
Mete sabah yola çıktı. Viyana’ya gitti. Oyuncuyla birlikte
döndü. Döndü de, sporcumuzun hikayesini de anlatmam lazım.
Sabah uçağında yer bulamadıkları için oyuncumuzu akşam uçağı
ile göndermişler ama bize haber de ulaştıramamışlar. Sporcumuz Viyana’ya gece
geç saatte inmiş. Başlamış beklemeye. Doğal olarak o saatte hava alanında çok
az kişi var. Oyuncumuzun yalnızlığı, üzerinde ki Ay- Yıldızlı eşofman oraları
temizleyen bir Türk kadının dikkatini çekmiş. Konuşmuşlar ve saatlerce orada
tek başına kalmasın diye almış evine götürmüş. Ertesi günü de tekrar hava alanına
getirip Mete ile buluşturmuş.
Hikaye burada bitmedi. Devamı var. Akşam Mete ve ben teknik
toplantıya katıldık. Lisansları verdik. Maçlarda giyilecek malzemeleri kontrol
eden supervizer formalar ile eşofmanların üzerinde ki spor malzemelerini
aldığımız yerin ismini görünce, reklam anlaşmasının belgesini istedi. Biz
durumu anlatmaya çalışsak da bu forma ile oynayamayacağımı söyledi. Peki ne
yapacağız? Sonunda formalarda ki bu küçük yazıyı kapatmak, üst eşofman giymemek
koşuluyla yetkiliyi ikna edebildik.
Hemen merkeze indik. Başladık iğne iplik ve kurdele aramaya.
Sonunda bulduk. Otele gelip oyunculara durumu anlattık. 2 kaptanımız Mesude ve
Çiğdem (şu anda oyuncu menajerliği yapıyor. Takımımızın pasörlerinden
birininde, Vakıfbank’ın yeni genel menajeri olan Banu Can Schürmann olduğunu
ilave edeyim) odaya kapanıp tüm formalarda ki yazıları kurdeleyle kapattılar.
Ve biz 5 grup maçımızı, 2 de 5-8 arasında ki karşılaşmamızı her akşam
sökülenleri tekrar onararak oynadık.
Sonuç mu? Dünya altıncısı olduk. Bu derece o güne kadar
ülkemizin aldığı en iyi derece olarak tarihe yazıldı.
Şimdi bu geniş kadrolu kulüp ve milli takım rahatlığına
neden imrendiğimi umarım anlamışsınızdır.
Bir ara, hem de en tepe ligde, yani Türkiye Ligi’nde
mücadele eden ekonomik yönden sıkıntılı olan bazı ekiplerle yaşadığım iki anımı daha sonra ki sayılarda sizlerle paylaşacağım.
Eminim ilgiyle okuyacaksınız. Nereden nereye geldiğimizi bir
kez daha göreceksiniz.